Sosyal Medyada Başaranlar; Selin Kutucular

Ben bir yemek yazarıyım, sofralara dair menüler yapmak, Hikayeler yazmak, evimin şefi olmak benim işim. Bu hikayede Ya da sosyal medyada filtrelerle zaman harcamamalıyım, Harcarsam ışın özünden uzaklaşırım.˝ diyecek kadar samımı, Bir o kadar da çalışkan Selin Kutucular’a merak ettiğimiz Tüm soruları yönelttik.

Sosyal Medyada Başaranlar; Selin Kutucular

Selin Kutucular kimdir? Sizi yakından tanıyalım?

Sofraları bol, paylaşmayı her anlamda seven bir ailede büyüdüm. Dedemin ailesi 1913 yılında Selanik'ten Büyükada'ya yerleşmiş. Büyük ailemle geçirdiğim Büyükada yaşantım ve adalı ruhum karakterimdeki en belirgin özelliklerin kökünü oluşturur. Adanın kozmopolit yapısında, komşunun bayramına sevinerek, başkasının üzüntüsünü benimseyerek ve çok kültürlü bir camianın duygusal zenginliğini yaşayarak büyüdüm. Bu halimi öyle çok sevdim ki kendi küçük ailemi aynı temel taşlarının üzerine oturtmaya, anneliğimi aynı anaçlıkla yaşamaya, mutfağımı aynı bereketle hep çalışkan tutmaya çalıştım. 2003 yılında dedem Sabahattin Bilgütay'ı kaybettiğimizde, o büyük sofranın kahramanın hayatını ve sevdiği yemekleri kaleme aldım. İlk kitabım Büyükada Yemekleri-Dedemin Sofrası böylece okuyucuyla buluşmuş oldu ve Sofra dergisi de bu ilk günlerin en yakın şahidiydi. Hiç unutmam kestaneli pasta görselim kapakta kullanılmıştı. Nasıl mutlu olmuştum. Bu mutluluğu daha sonra basın yazılarım, TV programlarım ve ödüllerim taçlandırdı.

Sosyal medya hikayeniz nasıl başladı ve sonraki süreçlere nasıl evrildi?

Sosyal medya hikayem, elbette ailenin gençlerinin yönlendirmesiyle başladı. Kızım Ece'nin "Anne mutlaka Instagram'da olmalısın." dediğini ve bana bir hesap açtığını dün gibi hatırlıyorum. Hatta ilk fotoğrafımı yan koymuştum, hatıra diye hala da o şekilde tutuyorum. YouTube'dan da bahsetmem lazım, 2014 yılında başlamıştım bu platformdan seslenmeye ve şunu net olarak söyleyebilirim ki Hayat Ağacı programına giden yolum youtube videolarından geçti. Zamanla sosyal medya bir araç olmaktan çıktı ve işimin merkezi haline geldi.

Sosyal medya tam zamanlı bir iş mi sizin için? Bu konuda ne düşüyorsunuz?

Tam da bundan bahsetmek isterken geldi bu soru. Çok doğru benim için o sayfaların kendi adıma çıkarttığım bir dergiden farkı yok. Doğru yola; bu işe bir anlam kazandırabilirseniz ulaşabiliyorsunuz. Benim için anlam toplumun temel taşı olan aileden geçiyordu. Her gün bu işi sürdürülebilir kılmak için sonuna kadar bağlı olduğum ailevi değerlerin başkaları tarafından da sahiplenilmesi ve sahip olduklarımızın fark edilebilmesi doğrultusunda bir dil oluşturmaya ve bir duruş sergilemeye çalıştım. Benim için o tam zamanlı iş, manevi ve kültürel bir değere dönüştü aslında.

Fotoğraf ve videolarınızın hepsini kendiniz mi çekiyorsunuz? Paylaşım öncesi fotoğraf ve videoların kurgusu ve seçimi gibi süreçler ne kadar zamanınızı alıyor?

Burada şu sözü hatırlayalım; 'Değişmeyen tek şey değişimdir!' Sosyal medyada çıkış yapmaya başladığım zamanlar görsel kirlilik beni o kadar rahatsız etmeye başlamıştı ki ben profesyonelce çekilmiş fotoğraflar hariç hiçbir görseli yayınlamak istemiyordum. Üstelik utanıyordum da kendi fotoğraflarımı yayınlamaya. Şöyle bir duygu oluyordu bende: "Dün akşam bizim sofrada bu vardı ama kusura bakmayın sizinle paylaşamadık!" Oysaki stüdyo çekimleri farklıydı, orada bir iş vardı. Toplumun beğenisine sunulan bir sanat vardı. Sonraları platformlar da hızlıca evrildi, herkes algoritmadan bahseder oldu. Kısa videolar ön plana çıktı. Çoğunluk doğalın peşindeydi. Benim de gözüm aslında o doğal olanı seviyordu. Biraz özgüvene ihtiyacım vardı deklanşöre basmak için. Doğal olarak gelişti süreç ve kendimi kameranın ayrıca arkasında da buldum. Pek tabii profesyonel işler de oluyor ve harika ekiplerle çalışmaktan çok keyif alıyorum. Ama kendi çektiğim fotoğraflar ve videolardan da gurur duyuyorum. Bu işi yaparken önemsediğim bir konu zaman yönetimi. Gençlere de öğüdüm şu; neye ne kadar vakit harcadıkları önemli. Ben hiçbir işe hak ettiğinden fazla zaman harcamamak taraftarıyım. Hız önemli. Kurguyu da olanca hızıyla yapıyorum. Ben bir yemek yazarıyım, sofralara dair menüler yapmak, hikayeler yazmak, evimin şefi olmak benim işim. Bu hikayede filtrelerle zaman harcamamalıyım, harcarsam işin özünden uzaklaşırım.

İçeriklerinizi nasıl oluşturuyorsunuz, süreçler nasıl gelişiyor?

Yaşayan bir mutfaktan tamamen doğal içerikler paylaşıyorum. Elbette mevsimin ve bulunduğum coğrafyanın ürünleri ön planda oluyor. Ama ailem için mutfağımda onları pişirdiğim için paylaşımlarım da böyle şekil alıyor. Bu doğal akışı çok seviyorum ama sosyal medya biraz da bizim sahnemiz. Haliyle bazen de çarpıcı görselleri ve ilgi çeken tarifleri de sayfama taşıyorum. İçtenlikle söyleyebilirim ki tadını sevmediğim, mutfak yolculuğumda iz bırakmayacak hiçbir tarifi paylaşmıyorum.

Sosyal medyanın yanı sıra kitaplar da hazırlıyorsunuz? Kitaplarınızdan da bahseder misiniz?

Büyükada Yemekleri'nden sonra haftalık bir dergi için yemek yazıları yazmaya başladım. Daha sonra bu yazıları, şehirli ve çalışan bir kadının o zamanlarda bankada çalışıyordum mutfakta geçen bir senesini anlatan ikinci kitabım İstanbul Sofraları'nda topladım. Yıllar içinde araştırmalarım, şehir hayatının çocukları, mutfaktan ve mutfağın etrafındaki değerlerden çok uzaklaştırdığını gösterdi. Bunun üzerine Büyükada'nın Küçük Şefi'ni yazdım. Akabinde; görsellerini yıllardır birlikte çalıştığımız sevgili dostum fotoğraf sanatçısı Caroline Erel'le birlikte hazırladığımız, yiyeceklerle çocuk hikayeleri anlattığım 'Mutlu İnsanlar', 'Merak Ediyorum' ve 'Ne Olsam' eklendi kitaplarıma. Hepsinin kalbimdeki yeri apayrı. Bir de oğlum Mekin'le birlikte projelendirdiğimiz '49 Engelsiz Tarif' var. Görme engelliler için yaptığımız bu çalışma benim için paha biçilmez.

Sosyal medya paylaşımlarınızdan aileyi çok önemsediğinizi biliyoruz. Bu bağlamda '2025 Aile Yılı' olarak kabul edildi, siz bu konuda neler söylemek istersiniz?

Biliyor musunuz bir nebze de olsa etkim olmuş mudur diye gözlerim doldu bu açıklama yapıldığında. Aileyi önemsemek tüm toplumu önemsemekle eşdeğer. Her bir birey bir ailenin parçası. Avantajlılarımız var, dezavantajlılarımız var ama hepimiz bir ailenin parçasıyız. Evliliklerin bu denli değersizleştiği günümüzde, bu müessesenin de saygınlığı aile kavramının tam olarak anlaşılmasına bağlı. İki insan o imzayı attığında, iki bir birinden bağımsız aile görünmez bir çatının altında birleşiyor. Bu çok önemli kararı verirken gençler bu iki farklı ailenin değerlerinden biz birlikte daha nasıl güzel bir yol çizebiliriz diye düşünmeli. Böyle olursa, ağabeyimin bir sözü vardır; "Hayat hep daha iyiye gider." Eşim de şimdilerde evlilik ehliyete bağlı olmalı diyor. İşte aile kavramını gönüllerinde ve beyinlerinde oturtmuş bireyler bu ehliyete sahip oluyor. Özün sözü ben "2025 Aile Yılı"nı çok önemsiyorum.

Sosyal medyada sizin yolunuzdan gitmek isteyenlere neler tavsiye edersiniz?

Hiçbir şeyi 'mış' gibi yapmayın. Gerçek olun ve sosyal medyanın saygınlığı adına neler yapılabileceğini önemseyin. Ve pek tabii okuyun, çalışkan olun. Eklemek istedikleriniz? Bir ülkedeki sinema sektörünün canlılığı, ülke ekonomisinin gücünün bir göstergesiymiş. Benim de şöyle bir gözlemim var, ülkenin gastronomisinin de gelişmişliğini sanki kitapçılardaki yemek kitaplarının zenginliği belirliyor. İnsanlar ne kadar araştırır, yazar ve kitaplaştırırsa zaten çok zengin olan ülkemizin mutfağı o kadar dünyaya kendini duyuracak. Bu nedenle yazılı basında 30 yıldır var olan Sofra dergisini candan kutluyorum. Mutfağımızı araştırma konusu yapan, tüm zorluklara rağmen kitap çıkartan tüm yazarları da çok seviyorum. Raflarda daha çok yemek kitabı ve yemek dergisi görmek istiyorum ve pek tabii yurtdışında Türk mutfağına dair eserlerin baş tacı edilmesini diliyorum.

Sofra’da Bu Ay

  • İnci Bak’tan kabak ve patlıcanla ezber bozan tarifler
  • Şef Beyza Çevik ve Berrin Ak’tan Beş Çayı Sofraları
  • Zeynep Dinç'ten Yazı Yufkaya Saran Tarifler
ve Daha Fazlası ...