Hayatın Tadı; Karşı Pencere’de Yemek, Hafıza ve Aşk
Bir tatlının kokusu, bir lokmanın kıvamı bazen bir ömrün unutulmuş parçalarını geri getirir… Ferzan Özpetek’in Karşı Pencere’sinde yemek; belleği ve kalbi de doyurur. Ocaktaki tencereden yükselen buhar, aşkı, kimliği ve aidiyeti görünmez bir sofrada buluşturur. Bu sofra izleyiciye; kalbe giden yolun çoğu zaman mutfaktan geçtiğini hatırlatır usulca…
Ferzan Özpetek sinemasında yemek, yalnızca bir ihtiyaç değil, insanların birbirine yaklaşmasını sağlayan bir köprü, anıları ve duyguları tetikleyen bir hatırlatıcıdır. 2003 yapımı Karşı Pencere de bu anlamda Özpetek'in filmografisinin en güçlü örneklerinden biri. Film, sıradan bir aile hayatının rutinleriyle açılır: mutfakta kaynayan tencereler, yemek kokularına karışan çocuk sesleri, zorunluluktan yapılan yemekler… Giovanna için mutfak, çoğu zaman mecburiyetin sembolüdür. Ancak hafızasını kaybetmiş yaşlı bir adamın hayatlarına girmesiyle, yemek artık bambaşka bir anlam taşımaya başlar.
Yaşlı adamın belleği, kaybolmuş bir tarifin kokusuyla, bir tatlının kıvamıyla yeniden canlanır. Özpetek burada, tatların ve kokuların hafıza üzerindeki şaşırtıcı etkisini ön plana çıkarır. Çikolatalı kek sahnesinde gördüğümüz gibi bir tarif yalnızca damakta lezzet bırakmaz; aynı zamanda geçmişin kapılarını aralar. Kimi zaman bir tat, bir insanın kim olduğunu, hangi hayatı yaşadığını, hatta kimi sevdiğini hatırlamasına sebep olur. Bu yüzden yemek, film boyunca yalnızca doyurucu bir araç değil, kimlik ve aidiyetin de güçlü bir sembolü olarak işlenir.
Özpetek, mutfağı aynı zamanda karakterlerin iç dünyalarını yansıtan bir sahneye dönüştürür. Evde hazırlanan gündelik yemekler güveni, aileyi ve rutini temsil ederken; karşı pencereden görünen genç adamın çalıştığı fırın, tutkunun ve arzunun simgesidir. Bir tarafta güvenli ama sıkıcı bir düzen, diğer tarafta belirsiz ama heyecan verici bir ihtimal… Giovanna'nın hayatındaki bu ikilem, yemeklerin hazırlandığı mekanların farklı anlamlarıyla görsel bir dile kavuşur.
Özpetek'in filmografisinde sofraların özel bir yeri vardır. Hamam'da geleneksel Türk mutfağının gizemli tatları, Cahil Periler'de kalabalık sofraların dostlukla birleşen neşesi, Karşı Pencere'de ise yemeklerin belleğe ve aşka açılan kapıları… Onun filmlerinde masa, yalnızca bir eşya değil, karakterlerin birbirine en çok yaklaştığı yerdir. Masada paylaşılan yemek, aslında duyguların, sırların ve özlemlerin de paylaşılması anlamına gelir.

Karşı Pencere, görünürde bir aşk hikayesi anlatıyor gibi görünse de derinlerinde tatların ve kokuların insan hayatındaki yerini sorgular. Özpetek, kamerasını bir tatlının üzerine çevirdiğinde bize şunu hatırlatır; hafıza yalnızca zihinde değil, damakta da saklıdır. İnsan bazen en önemli anılarını bir lokmanın içinden bulur, bir yemeğin kokusunda kayıp parçalarını yeniden keşfeder. Bu nedenle film, izleyicisinin zihninde yalnızca görsel bir iz bırakmaz, aynı zamanda damağında hayali bir tat da bırakır.
Sonuçta yemek, Karşı Pencere'de aşk kadar yoğun, hafıza kadar derin ve hayat kadar vazgeçilmez bir imge olarak karşımıza çıkar. Özpetek, mutfakta kaynayan tencereyi bir hikaye kazanına dönüştürür ve bize gösterir ki kalbe giden yol, çoğu zaman mutfaktan geçer.
Sofra’da Bu Ay
- Hızlı Hafta 7 Güne Pratik Tarifler
- Zeynep Dinç'ten Elmalı Ilık Sonbahar
- İnci Bak'tan Uskumrulu Tabaklar
Bakmadan Geçmeyin
Büyükannelerın Mutfağında Kimlik, Hafıza Ve Şefkatin Tadı; Nonnas
İtalya’nın bilge büyükannelerini bir araya getiren Nonnas; yemeği, nesiller boyu aktarılan sevgiyi, kayıpları ve umudu sofraya buyur ediyor. Film, geçmişin elleriyle bugünü yoğururken, Hasan Hüseyin Çinay da incelikli kalemiyle filmi adeta bizlere izlettiriyor.
Milli Kimlik ve Aile Bağlarında, Birleştiren ve Parçalayan Bir Unsur Olarak Yemek
Sinema, sadece görsel ve işitsel bir sanat olmanın ötesinde, duyularımıza hitap eden ve hatıralarımızla bağ kuran güçlü bir anlatım dili sunuyor. Bazen bir yemek sahnesi, bir çocukluk anısını, bir ailenin geçmişini ya da bir milletin kültürel kimliğini tek başına yansıtabiliyor. İşte tam da bu noktada, Fatih Akın’ın ‘Solino’ filmi, yemek ve göçmenlik üzerinden kurduğu anlatısıyla büyük bir derinlik sunuyor.
Sinemada Yemeğin Çarpıcı Gücü; Burjuvazinin Gizli Çekiciliği
Sinema, sanat dalları içinde anlatım yetisi en kuvvetli olan disiplinlerin başında yer alıyor. Belki de en güçlüsü... Yemek üzerinden yapılan anlatılar ise filmi daha da karakterli hale getiriyor. Yemeğin bir gösterge olarak sunabileceklerinin ucu bucağı yok! Öyle ki Luis Buñuel’in Burjuvazinin Gizli Çekiciliği filminde de yemek sembolleri en çarpıcı haliyle kullanılıyor. Gelin bu filme daha yakından bakalım, ne dersiniz?