Güneşi içmiş ham incirler erdiğinde, ağzından bal damlayan incirler halinde dallardan lop lop sallanmaya başlayıp damakları şenlendirdiğinde yaz da kendini tam olarak göstermiştir artık. İncirin dilimizdeki adı, Farsça incir ve kıç (gülün gülün ben de çok güldüm dilin bu harika imge gücüne) anlamına gelen "encîr/encîre" sözcüklerinden geliyor. İncir sözcüğünün telaffuz edilmesi özellikle Ege ve Akdeniz bölgelerimizde pek hoş karşılanmayıp bu leziz meyve çoğunlukla "yemiş" adıyla anılır. İncir, büyük olasılıkla insanın kurutup depoladığı ilk meyvelerden biri. Yurdumuzdaki çeşitli müzelerde Yontma Taş Çağı'na ait buluntular arasında fosilleşmiş kuru incirler de sergileniyor. İncir ağacının anavatanı Suriye, Filistin ve Anadolu. Bu anavatan Kuzey Hindistan'a kadar uzanıyor yer yer. Sonradan, başka bitkiler gibi o da dünya seyahatine çıkıp pek çok yerde konakladıktan sonra beğendiği yere yerleşmiş. Meyvelerin, sebzelerin yolculukları her zaman Yeni Dünya'dan Eski Dünya'ya doğru olacak değil ya incir, Yeni Dünya'ya, Amerika'ya, İspanyollar'ın 16. yüzyılda sunduğu bir armağan olmuş. "Akdeniz ikliminde ve ona benzer özellikler gösteren iklimlerde yetişirim, başka da bir şey istemem" demiş soranlara… Bugün Türkiye, Yunanistan, İspanya ve ABD kuru incir üretiminin en çok yapıldığı ülkeler. Şimdi mevsiminde şöyle olgun, balı damlayan, soğutulmuş birkaç tane "yemiş" yemek için kalkıp incirli illere gitmeye değer doğrusu. Ya da en güzeli bahçe sahibini yakalayın ve onun göstereceği bir ağaçtan, ağacı incitmeden koparıp incirleri afiyetle yiyin. Bu tatlı mı tatlı meyvenin kısa mevsimini hasret kalmış. Bugün en çok Trakya, Ege, İç Anadolu'da olmak üzere üzüm bağları varlığını sürdürüyor.

Anadolu'nun üzüm bereketi…

Ağustos ayı ortasından itibaren üzüm de iyice olgunlaşıp lezzetlenerek incir ile birlikte sofralardaki tahtına kurulur. Kalabalık asmagiller ailesinden olan üzüm asmasının anayurdu, Hazar Denizi'nin güney kıyısında ve Samilerin ilk yerleşim yerine komşuydu. Samiler, Aşağı Fırat bölgesine yerleşmeye başladıklarında asmayı da beraberlerinde götürerek yeni yerleşim bölgelerine dikmişler. MÖ 3000'e gelindiğinde üzüm, Mezopotamya'da ve Mısır'da yaygın olarak biliniyordu. Arkeolojik kazılarda bulunan metinlerden öğrendiğimize göre, Fenikeliler zamanında, üzüm hem kuru hem de taze olarak tüketiliyor, kuru üzüm keklere katılıyordu. Suriye ve Filistin'in toprakları, iklimi üzüm yetiştirmeye çok elverişli olduğundan bu ülkelerden Mısır, Asur gibi komşu ülkelere şarap ihraç ediliyordu.

Anadolu da üzüm bakımından zengindi. Anadolu'da kurulmuş uygarlıklar üzüm yetiştiriciliğine büyük önem vermişler. Asurlular, Hititler, Yunanlar, Romalılar üzüme bilhassa önem vermişler. Üzüme olan düşkünlük Bizans döneminde devam etmiş, Osmanlı döneminde de bağ bakımı ve üzüm yetiştiriciliği geleneği korunmuştur. İstanbul'da bazı semtler bağlarıyla meşhur olduklarından adlarını bağlarından almışlardır. Bağlarbaşı, Validebağ... Ne yazık ki, 19. yüzyılda filoksera hastalığı üzüm kütüklerini kurutunca bağlar toparlanamamış. Sonraki dönemde yaşanan bazı sosyolojik değişimler ve şehirleşmenin de etkisiyle İstanbul üzüm bağlarına hasret kalmış. Bugün en çok Trakya, Ege, İç Anadolu'da olmak üzere üzüm bağları varlığını sürdürüyor.

Günümüzde dünya çapına yayılmış pekçok üzüm türünün bazıları özellikle sofralık, bazılarıysa şaraplık üzüm. Dilimizde üzüm türlerinin adları çoğunlukla ya renk (karasakız, akdimlit, akbulut, akgevrek, aşı kara, altınbaş, Kalecik karası vb) ya da tanenin şeklini belirtir (kadınparmağı, danamemesi, misket, tilki kuyruğu vb). Şaraplık üzümlerden dünyaca meşhur üzüm cinsleri arasında yer alan Chardonnay Sauvignon Blanc, Riesling, Shiraz, Pinot Noir, Cabernet Sauvignon üzümleri de bağlarımızda yetiştiriliyor. Ağustos ayı, aslında hamların erdiği, incir ve üzümün olgunlaştığı ay. Sıcağıyla kavururken lezzetine doyum olmaz meyveleri olgunlaştıran ay... Sofranızdan bereket, gönlünüzden muhabbet eksik olmasın!