Nisan ayının Sofra gündeminde "çocuklarımız" ayrıcalıklı bir yer kapmış durumda! Mevsimin getirdiği sebze meyvelerle,doğanın armağanı türlü nimetlerle sayfalarımızı bezerken, minik kelebekleri de es geçemezdik… Çocuk beslenmesi ile ilgili pek çok kaynaktan sayfalar dolusu bilgiye ulaşmanız mümkün. Beslenme alışkanlığının anne karnında başladığını,sağlıklı beslenme bilincinin ne gibi kriterler içerdiğini,obezitenin, gıda israfının çağımızın en önemli sorunlarından olduğunu ve bu konularda alınması gereken önlemleri artık çoğumuz biliyoruz.

Beslenme konusunu sadece fiziksel ihtiyaçları karşılama olarak görmeyenlerdenim… Hepimizin hazır gıdalara yöneldiğimiz, karbonhidratı abarttığımız ya da şekerincazibesinden kendimizi alıkoyamadığımız dönemler olmuştur ve olmaktadır. Bunların altında yatan duygusal nedenler olduğu gibi, hoşlanmadığımız beslenme tarzının bir süre sonra alışkanlığa dönüşmesi de kaçınılmaz! Halbuki bir gıda ürünü, onu tükettiğimiz ana dek hangi aşamalardan geçiyor ve "karın doyurma" amacının dışında nelere hizmet ediyor, bedenimize ve ruhumuza gerçekten "iyi" geliyor mu? Bunları da sorgulamaya başlarsak hem kendimize, hem de gelecek kuşaklara faydalı olma ihtimalimiz yüksek. Bir de şöyle düşünün; yediklerimizi, kabul edilebilir bir hızla yetiştirir, pişirir ve tüketirsek daha fazla zevk alır ve daha sağlıklı oluruz. İşin bir de "hız" boyutu var tabii! Şehirleşme, teknoloji,mesai saatlerini aşan iş temposu… Çağımızın önündedurulamayacak gerçekleri… Hepsi bizi daha hızlı olmaya teşvik ediyor. Herkesin zamanla ilgili bir derdi, bir yarışı var. Halbuki olup bitenlerin, hayatın, dostluğun, yiyip içtiğimizin farkına varabilmek için biraz yavaşlamak gerek… Zamanla yarışmak, sadece biz yetişkinlere mahsus değil tabii. Etrafınıza bir bakın, özellikle "okul"kavramıyla tanıştıkları andan itibaren bir yarış başlıyor çocukların hayatında… Her sabah servise yetişme, her akşam ödev bitirme telaşı, kurslar, etütler ve tabii bitmek tükenmek bilmeyen sınavlar, sınavlar… Oysa çocuklarımızında yavaşlamaya, hayal kurmaya, bizimle daha fazla vakit geçirmeye ihtiyacı var.

Peki yavaşlamak neden bu kadar zor? Bir düşünün; yavaşlamak yüklendiği kelime anlamıyla bile tembellik, uyuşukluk çağrıştırır. Halbuki içsel saatinizin ayarını birazdüşürüp, zamanın bir atlı araba gibi sürekli sizi kovaladığı fikrinden uzaklaştığınızda pek çok şeyin olumlu yön dedeğiştiğini, farkındalığınızın arttığını göreceksiniz. Örneğin alışveriş arabasına hızlıca doldurulmuş ürünler yerine çocuğunuzla birlikte semt pazarına gidip, tüm duyularınızı, aklınızı, hayal gücünüzü kullanmanıza imkan sağlayan bir ortamda alışveriş yapmanın keyfi bir başka olacaktır. Evde ailenizle baş başa olduğunuz saatlerde cep telefonu, bilgisayar, televizyon gibi birebir iletişimi sabote eden cihazlar olmadan ne kadar vakit geçiriyorsunuz? En azından hafta sonları yapın bunu… Televizyon kapalıykenailece yenen bir akşam yemeği de "yavaşlamaktır" bence…Saati, cep telefonunu ve gündelik stresleri odanın dışındabırakıp, uykudan önce çocuğunuzla geçireceğiniz yavaşlatılmış dakikalara, onlar kadar sizin de ihtiyacınızvar, unutmayın…

Yavaşlamayı denediğinizde, kendinizi daha mutlu, dahasağlıklı, daha üretken ve paylaşımcı hissedeceksiniz… Önce kendinizde bu değişimi fark edecek, yakın çevrenize, varsa çocuklarınıza da bunun yansıdığını göreceksiniz.Her anın ve her lokmanın tadına varacağınız sofralarda buluşmak üzere…