Sonbaharda kabuklarını açıp içindeki tohumlarını bizlere hediye eden kestane ağacı yavaş gelişip dikiminden ortalama 15 yıl sonra meyve vermeye başlar. 50 yıl gibi uzun bir zaman diliminin ardından da en verimli meyvelerini sunar. Ortalama yarım asır yaşayıp 30 metreye kadar boylanabilen kestane ağacının meyvesi Avrupa, Asya ve Afrika'da günlük kullanımda patatesin yerini almıştır. Önemli bir besin kaynağı olduğu için tarih boyunca ilgi gören kestane, topraklarında yetiştiği her ülkede tüketilmiştir.

Ülkemizde yöresel olarak kara kabuk, karakat, karakıllı, hingiç ve çerkeş adlarıyla anılan bu lezzetli meyve, yöresel yemeklerde de çıkar karşımıza. Balıkesir'de, dağar kebabı; Bursa'da, kestaneli lahana sarması, kestaneli kabak tatlısı, kestane yemeği; Sinop'ta kestane yahnisi; Tirebolu'da, kestane kurusu, Batı Karadeniz'de, kestane böreği bunlardan sadece birkaçı.

Doğada kendiliğinden yetişebilen ve bu sebeple organik bir tarım ürünü olan kestane, doyurucu özelliğinden dolayı un haline getirilen yiyecekler arasında ilk sırayı alır. Tek başına tüketilebildiği gibi püresi, kebabı, şekerlemesi, haşlaması yapılarak; başta Fransız Mutfağı olmak üzere kuzey yarım küre ülkelerinde etli yemeklerin yapımında sıkça kullanılır. Tatlılara, özellikle de çikolatalı olanlara çok yakışır.

ŞİFA KAYNAĞI KESTANE…

Sıkı bir besin kaynağıdır kestane. Haşlanarak tüketildiğinde, toplam enerji miktarı ortalama yüzde 25 oranında azalırken, közlenerek tüketildiğinde şeker miktarı ortalama olarak yüzde 25 oranında artar. Tam bir enerji kaynağı olan, potasyum, demir, sodyum, magnezyum, kalsiyum mineralleri ile B1, B2, B3 vitaminleri içeren kestane, mevsimin olumsuz şartlarına, fiziksel ve zihinsel yorgunluğa birebirdir. Bu lezzetli ve şifai meyve ayrıca kandaki yüksek kolesterolü düşürür, kan şekeri düzeyini dengede tutar, kalp-kas sistemini uyarıp, su dengesini düzenler, damar sertliğine ve yüksek tansiyona da iyi gelir.

"