Anne sütünü almadığımda, bebek mamaları henüz varolmadığında, yeni annelerin kızamık şekerinden lohusa şerbeti yapılarak bebekleri kutlandığından kalma günlerden beri ben Hacı Bekir'in çocuk ezmesinin tadını (badem ezmesi) bilirim. Süt içmedim diye mi bilinmez, boyum uzamadı ama ben Hacı Bekir'in tülbente sarılmış çocuk ezmesinin damağıma bırakılmasıyla büyüdüm. Nasıl unutsun şimdi bu damak, bu tadı?

Yıllar çok şeyi değiştirip, eksilterek, bazen çoğaltarak geçer. Kimi şey nedense dün gibi eksiksiz kalır. Çok çok konuşulur, hatırlanır. Tat damakta böyle gevezedir, unutulmazdır. Ama bu tat hem şekerli hem Hacı Bekir ise susulur. Yazı yetmez.

Sakızlı lokumu insan nasıl yazarak anlatabilir. Pullu Sakızlı Lokum... Eski İstanbullular'ın aradığı bu tat durdukça güzelleşir... Şimdi nasıl anlatılır bu... Başka ne denir? Ya akide şekerlerini damağına değdirmemiş biri, nasıl anlar yazıdan, ağızda bıraktığı hissi...
Ya badem şekerleri? Hiçbir yerde bu kadar kıtır kıtır ve lezzetli değildir. Bilen bilir, kişniş şekeri sadece orada üretilir. Ne bileyim, düşünüyorum da yazacak gibi değil...
Çifte kavrulmuş küçük lokumları, pudraşekerine bulanmış halde jelatin kağıdı aralayıp kutusundan alırken damağa bir çırpıda götürmüş çok insan vardır. Ama Hande Sultan Ezmesi (sakızlı badem ezmesi) almak için uzaklardan gelen müşterilerin bu tada olan tutkusunun nedenini kaç kişi bilir?
Zor iş tat yazmak...
Bu yüz
den burada yazacağım şeyler tadın ötesinde...



Şekerci Bekir Efendi'nin yolculuğu

"A name, a legend... / Efsanenin adı Şekerci Hacı Bekir"... Bu cümle içi boş bir reklam sloganı değildir. Bugün yaşını başını almış, en az bir bayram lokumunu yemiş, akidesini ağzında bitmesin diye yavaş yavaş emmiş herkesin kabul edeceği bir gerçektir; "A name, a legend... / Efsanenin adı Şekerci Hacı Bekir"... Osmanlı ve Türk şekerciliğinde Hacı Bekir ismi rakipsiz günümüze kadar gelmiş ve devam eden haklı bir efsanedir. Şekerci Bekir Efendi, Kastamonu'nun Araç ilçesinden İstanbul'a gelerek 1777'de Bahçekapı'da açtığı küçük şekerci dükkanında lokum ve akide şekerleri imal edip satarak başlamış işe... Hacı olduktan sonra Şekerci Hacı Bekir Efendi olarak anılan firmanın kurucusu Bekir Efendi'nin Bahçekapı'da açtığı bu ilk dükkan bugün de İstanbul'da iki asırdan bu yana aynı yerde. Tepesinde pirinçten külah kapaklarıyla akide şekeri kavanozları, dünden kalma olan ahşap vitrinlerinde lokum kutuları, her gün taze yapılan demirhindi, karadut, turunç şerbetleri ve limonatasıyla eksiksiz durur. Paket kağıtları, külahları, logosuyla... Değişenler yok mu? Hep değişen olur. Kayıplar olmasın yeter. Önceleri bal, pekmez ve su bağlayıcı, doku yapıcı olarak un kullanırken, 18. yüzyıl sonlarında Avrupa'da üretilen şekerin, o günlerin ismiyle "Kelle Şekeri" olarak Türkiye'ye gelmesiyle Şekerci Hacı Bekir gül, tarçın gibi aromalarla akide şekeri imalatına başlamış. Nişastayı un gibi kullanarak, şeker ve nişastayla bugüne kadar süren lokum imalatını gerçekleştirmiş. Ansiklopedilerde bir madde olmanın ötesine geçerek Türk lokumunu "Turkish Delight" tanımıyla uluslararası şekercilik literatürüne geçirmiş ve Şekerci Hacı Bekir başarılarıyla zamanın padişahı tarafından Nişan-ı Ali, Osmanlı'nın 1. rütbe nişanı ile sarayın Şekercibaşı'sı olarak "taltif ve takdire şayan" görülmüş. Hacı Bekir/Hadji Bekir 1873'te Viyana'da, 1888 Almanya'da Köln'de, 1897'de Brüksel'de, 1906'da Fransa'da aldığı altın ve gümüş madalyalarla tat konusundaki başarısını yurdışında da kanıtlamış.

1911'de Mısır Sarayı'ndan "Şekercibaşılık" payesi verilen Hacı Bekir, romanlara, yazılara ve ressamlara konu olarak efsaneleşmiş. Osmanlı, Türk toplumunun geleneksel bir parçası olan Hacı Bekir, yabancı ressam ve yazarların da gözünden kaçmamış. Bugün Avrupa'da ''Oryantalist konuların ünlü ressamı'' olarak tanınan ve tüm yaşamını İstanbul'da geçiren Maltalı ressam Preziosi'nin resmi Hacı Bekir'in şeker ya da lokum kutularını süsler. Şekerci Bekir Efendi'yi tarihi dükkanında belgeleyen ve aslı Louvre Müzesi'nde bulunan bu suluboya resmin litografik kopyası Topkapı Sarayı'ndadır.

Hacı Bekir efsanesini önce oğlu ve sonra torunu Ali Muhiddin Hacı Bekir sürdürmüş.
Renkli kişiliğiyle torun Ali Muhittin Hacı Bekir, şekercilikteki başarılarını İstanbul dışında Mısır, Kahire ve İskenderiye'de şubeler açarak büyütmüş. Ali Muhittin Hacı Bekir 50'li yıllarda Fenerbahçe Spor Kulübü'nde yöneticilik yaparak kulübün tarihinde maddi manevi desteğiyle kolay bulunmaz bir kişiliğe sahip olmuş. Eskiden Hacı Bekir'in memleketlisi Kastamonulu bir genç, eğer Hacı Bekir'de çalışmamışsa adamdan sayılmazmış. Bugün de öyle olmalı ki halen dededen toruna, babadan oğula Hacı Bekir'de çalışanların çoğu Kastamonulu.

Bayrağı damat taşıyor


Kadıköy, Beyoğlu ve ikisi Eminönü'nde olmak üzere dört dükkanla tadını kaçırmadan, küçülmeden, büyümeden, değişmeden, kirlenmeden efsanenin bayrağı bugün ailenin damadı Doğan Şahin'de. Doğan Bey, deniz motoruyla Büyükada'da vapurlarla yarışan, dalgalarla kış-yaz eğlenen Manş'ı geçen ilk Türk. Doğan Şahin, Hacı Bekir'in bize kalmış tat mirasını günümüzde yaşatan sporcu yanı dışında da özel biri. Konuşkan, misafirperver... Belki şu tanım daha doğru; kibar bir İstanbullu. Kızları Hande Celalyan ve Nazlı İmre de Yönetim Kurulu'ndalar. Torunlar var, küçük...

İnşaat mühendisi olan Doğan Bey, Pendik'teki fabrikanın da mühendisi... Bugün Beyoğlu'ndaki Hacı Bekir'in insanı içine çeken dükkanının üst katında, ada mimozaları dolu vazo masasında, duvarlarda sayısız madalya, sertifika ve aile fotoğrafları arasında 5 nesli temsil ediyor. Doğan Bey'in Manş'ı yüzerek geçtiği yıllarda çekilmiş gençlik fotoğrafındaki bakışları, bugün de değişmemiş. Duvardaki Serkisoff saat tıkır tıkır çalışırken, ailenin mirasının sadece bir ad olmadığının farkında... Önemli bir misyon taşıdığının bilincinde... Bu misyona yakışır tat kitaplarına destek vererek Hacı Bekir efsanesini büyütmeyi sürdürüyor.

Bu nasıl bir sahiplenme?

Bana bu güzel tanışmadan sonra verilen en değerli hediye, ne lokumlar, ne akide şekerleri ne de ada mimozaları... İçine konan zarif armağan notuyla birlikte 1924'te Hadiye Fahriye Hanım'ın kaleme aldığı "Tatlıcıbaşı" kitabı... Bu kitap her şeyden anlamlı. Mimozalar, kokuları uçacak, dökülecek. Lokumlar, akideler tatlarını damağım unutmasa da, yenip bitecek. Ama bu kitap gelecek nesillere damak tadımızı Hacı Bekir aracılığıyla taşıyacak. En az Doğan Bey kadar Hacı Bekir'i sahiplenmiş olan ve bana aileyi anlatan 11 yıldır Genel Müdür olarak çalışan İlyas Tunaoğlu, efsaneyi, en çok da küçük bir değişiklikte bile hesap soran müşterilerin sürdürdüğünü söylüyor. Dekorasyondaki küçük bir değişiklik bile Hacı Bekir müdavimi müşterileri huzursuz etmeye yetince durup düşünmüş... "Bu nasıl bir sahiplenme?" diye... Evet, durup düşünmek lazım. Galiba Hacı Bekir artık hepimizin... O bizim geçmişimiz, geleceğimiz, mirasımız! Damakta beşikten başlayarak unutmadığımız...



















Adres: İstiklal Cad. No: 127/6 Beyoğlu Tel: (0212) 245 13 75 hacıbekir@hacıbekir.com.tr www.hacıbekir.com.tr

















"Dedem omuzumun üstünden beni izliyor!"
İsmail Vefa Bey'in oğullarından Mustafa Bey'in oğlu Sadık Vefa, dördüncü kuşak olarak amca çocuğu Ferdi Bey'le birlikte işin başında. Eliyle omuzunu işaret ederek "Bugün ne karar alsam, hangi adımı atsam, omuzumda dedemin beni izlediğini düşünürüm" diyor.