Çocuklara dair hassasiyet beslemek için anne-baba olmak gerekmiyor. Dünyaya melek saflığında gözlerini açtıkları andan itibaren, onlar hepimize Allah'ın emaneti… Onların ruhsal, duygusal ve fiziksel ihtiyaçlarına doğru cevap vermek zorundayız, çünkü onlar bu toplumun, yani hepimizin geleceğini oluşturuyor. İşin psikolojik ve sosyolojik boyutuna girersek, bu satırlarda içinden çıkamayız, o nedenle ben dergimizin içeriği itibariyle "beslenme" tarafından bazı hatırlatmalarda bulunmak istedim bu ay… Hem 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı'nın gündemini fırsat bilerek, hem de çevremde pek çok çocuğun beslenmeden kaynaklı yaşadığı sıkıntıları üzülerek gözlemlediğim için…

Zaten başarıyı ders notlarıyla bir tutan bir sistemin içinde, ödev ve sınav stresiyle hırpalanan çocuklarımız, üstüne bir de yaşadığımız çağın sürprizi alerji ve obezite sorunlarıyla başa çıkmak zorunda kalıyor. Bu konuda ise sadece dış etkenleri, havayı-suyu-gıdaları suçlayarak bir yere varamayacağımız ortada! En minik yaşlardan itibaren kendini kanıtlama stresi ve her an üzerlerinde hissettikleri başarı baskısıyla, fiziksel ve ruhsal dirençleri zayıflıyor çocuklarımızın… Buna karşı onları donanımlı kılmak için de belli bir bilinç oluşturma, onlara doğru alışkanlıkları kazandırma görevi ise bizlere düşüyor. Bizlere derken, başta da söylediğim gibi sadece ebeveynleri kastetmiyorum! Muayene sonrası ödül olarak çocukların eline "şeker" tutuşturan doktorları hiç anlamıyorum mesela! "Amaan bırak çocuğu yesin!" ya da "bir kereden bişey olmaz" diyerek kaşla göz arası çikolatayı, bisküviyi ceplerine dolduran "büyükleri" de… Hiç unutmuyorum, Zeynep 2 yaşlarındayken bir gün dayımları ziyarete gitmiştik. Yemeğine tuz eklemediğimizi görünce şaşkınlıkla acımışlardı çocuğa! "Vücudunun ihtiyaç duyduğu tuzu zaten başka gıdalardan alıyor, merak etmeyin" deyince pek anlam verememişlerdi. Şimdi Zeynep 11 yaşına geldi, "hala tuzsuz mu yiyor?" diye sorarlar arada bir… Yok, tamamen tuzsuz yemiyor tabii ki ama masaya tuzsuz olarak gelen hiçbir sebzeye, hatta yumurtaya bile tuz eklemek istemiyor. Aynı şekilde şekerli gıdalar, asitli içecekler, paketli tüm ürünler konusunda da maksimum dikkati göstermeye çalıştım ama kimseyi kandırmaya gerek yok, çikolata konusunda pek başarılı olduğumu söyleyemeyeceğim! Onu da en azından "dozunda" tutmaya çalışıyoruz.

Günümüzde iletişim ve haberleşme kaynakları öylesine gelişti ki, ihtiyacımız olan bilgiye anında ulaşma gibi bir şansımız var… Siz de mutlaka dinleyip okuyorsunuzdur; son yıllarda alerjik hastalıkların, obezitenin artmasında özellikle dengesiz beslenme ve kalitesi bozulmuş, katkı maddeli gıdalar başı çekiyor. Bu bahsettiğim, anne karnından itibaren oluşan alışkanlıkları kapsıyor. Bebekleri ilk 6 ay sadece anne sütüyle besleme, mevsiminde ve taze sebze- meyve tüketme, bol bol su içme, yemeklerde kullandığımız yağın kalitesine ve miktarına dikkat etme, şekerli gıdalardan, katkı maddeli ürünlerden mümkün olduğunca uzak durma, öğünlerimizde her besin grubunu dengeli bir şekilde tüketme ve tabii ki kendi beslenme şeklimizle çocuklarımıza örnek oluşturma… Aslında çok da zor değil, değil mi?

Hipokrat'ın 2500 yıl önce söylediği "besinler ilacınız, ilacınız besininiz olsun" sözlerini hatırlayıp buna göre yaşamaya çalışırsak, hem çocuklarımız hem de kendimiz için büyük iyilik yapmış olacağız.

Çocuklarımızın gelecek günlere ruhsal, zihinsel ve fiziksel açıdan sağlıklı ve mutlu bir biçimde ilerlemesi dileğiyle…

Tadı damağınızda kalacak Sofra'larda buluşmak üzere…