Her Mekanı Ayrı Güzel; Adana

Adana yemeklerinin tadının ne kadar güzel olduğunu, iş için bu şehre gittiğim zamanlardan biliyorum. Her Adana seyahatimde gittiğim bir kebapçım bile vardı. Ama hep dönüş günü uçağa yetişirken son anda araya sıkıştırıldığından veya yemek yerken sohbet iş olduğundan bir türlü hak ettiği değeri veremediğim bir deneyim oluyordu. Daha önce Adana'nın komşusu sayılabilecek bölgedeki diğer şehirlere gastronomi turizmi için gitmiştik ama etrafımızda kimselerden; belki de diğerlerine göre daha büyük bir şehir olduğu için 'Adana'ya hafta sonu kebap yemeye gittik' cümlesini duymadığımızdan olacak bir türlü buraya özel bir seyahat planlamamıştık. Bu gidişata artık bir dur demek için bir hafta sonu iki günlüğüne Adana'ya gidip şehrin yemek kültürünü doyasıya deneyimlemek istedik. Adanalı arkadaşlarımızdan bol bol tavsiye toplayıp uzun bir liste hazırladık. Listemizdeki mekanların yanında 'mutlaka gidilmeli', 'buraya mutlaka git', 'çok tavsiye ettiler', 'buna kesin git' gibi kendime aldığım notlar olduğundan ve bizde de günde dört öğün kebap yeme potansiyeli olduğundan kilo alma garantili bir hafta sonunun bizi beklediği açıktı. Hatta potansiyelimizi ölçebilmek ve iki günde kaç kilo alabiliriz sorusunun cevabını öğrenmek için seyahat öncesinde tartıya bile çıkmıştım. Artık hazırdık ve bir cuma gecesi mesai çıkışı uçağa atlayıp kendimizi Adana lezzetlerine bıraktık. Umarız bu yazım sizin de 'Adana'ya hafta sonu kebap yemeye gidiyoruz' cümlesini kurmanıza neden olur diyerek bir hafta sonunda Adana'da nerelerde neler yedik anlatayım.

Cuma: Adana'nın Gece Yarısı Lezzetleri

Adana'ya gider gitmez önce kaldığımız Sheraton oteline bavullarımızı bıraktık ve gece olmasına aldırış etmeksizin Adana'nın en güzel yanlarından biri olan 24 saat açık mekanlarını keşfetmeye çıktık. Açılış için rotamız Adana kebabının tarihi açısından da önemli bir yere sahip olan Kazancılar Çarşısı. Bir zamanlar Adana'ya ticaret için gelenler şehirlerine dönmeden önce bu çarşıda kendilerine bir kebap ziyafeti çekerlermiş. Bu sayede Adana kebabın ünü tüm Türkiye'ye yayılmış.

Çarşıya gelme nedenimize geri dönersek; buraya Ciğerci Memet Usta için gitmiştik. İlk siparişimiz, mekâna da adını veren ciğer oldu. Ama yanında kuşbaşı ve özel tadımlık Adana kebaplarını da söyledik. Kuşbaşısı ağızda eriyen cinsten! Öyle yumuşak ve öyle güzel pişmişti ki daha ilk gittiğimiz yerde 'iyi ki Adana'ya gelmişiz' dedirtti. Ciğeri bana göre biraz fazla pişmişti ama yine de oldukça lezzetliydi. Ben etleri biraz az pişmiş sevdiğim için 'keşke önceden söyleseydim' diye hayıflanmadım değil. Yanında da acılı şalgam istedik ama öğrendik ki Adana'da şalgam ayrı geliyor, acısı ise yanında geliyormuş ve kendiniz ekliyormuşsunuz. Burada benim favorim zırhtan yapılan Adana oldu. Adana kebabı yerken öğrendik ki kebap da acılı gelmiyormuş burada. Onu da yanında gelen acı biberlerle tatlandırıyormuşsunuz; biz şalgama bol bol acı koyduğumuz için bize hiçbir tat acı gelmemiş de olabilir tabii… Yemek yerken mekânın sahiplerinden Dilek Abla ile de tanıştık, bizim iştahımızı görünce "durun durun, daha bunu tatmadınız" deyip bize bir de sakatatlardan oluşan karışık, mini bir tabak da getirdi. Böylece koç yumurtası, böbrek ve yüreğin de tadına bakmış olduk. Hepsi yine birbirinden lezizdi!

Saatlerimiz gece yarısını gösterirken bizim iştahımız kapanmak şöyle dursun, açılıyordu bile! Bu nedenledir ki kendimizi, listemizdeki bir sonraki durak olan Şırdancı Bedo'da bulduk. Saat 24:00 olmasına rağmen mekân; yemeğini bitirip masadan kalkanlar, boşalan masalara hızlıca geçenler, vızır vızır koşturan çalışanlar ile adeta bir arı kovanı gibiydi! Bu saatte o kadar hızlı bir devir daim vardı ki neye uğradığımızı şaşırdık! Çok geçmeden biz de herkes gibi bir şekilde oturacak bir yer bulduk ve birkaç dakika önce yemek yememiş gibi şırdan, karın ve kırkat siparişi verdik. İşkembe de söyleyecektik ama maalesef bitmişti. Yemeklerimiz gelirken bu sakatatların farklarını da öğrendik. Söylediklerimiz, ağırlıklı olarak kuzunun ve koyunun midesinin farklı bölümleri imiş. Yemeklerin içleri baharatlı pilav ile dolu ama onları birbirinden farklı kılan dış çeperleriymiş.

Yemeklerimiz gelince İstanbul'dan gelen bir çift olarak 'yoğunluktan herhalde çatal bıçak servis yapmayı unuttular' diye beklerken yanımızdan geçenlerin şaşkın bakışlarına maruz kaldığımızı fark etmedik. Sonunda birileri 'çatal bıçaksız, elle yiyeceksiniz' deyince usulünü öğrenmiş olduk. Tatlarını da anlatalım; şırdanın içindeki harç, bol baharatlı pirinçten oluşuyor. Dışı, kuzunun mide zarından yapılıyor ve iplikle dikilip öyle pişiriliyor. İpi çekip açtıktan sonra üzerine pul biber, kimyon ve limon ekleyince lezzeti zirveye ulaşıyor. Karnın dokusu ve tadı işkembeyi andırıyor. Kırkat ise dışı daha kalın olduğu için daha etli ve dolgun bir yapıya sahip.

Adeta bir Bermuda Şeytan Üçgeni'nde gibiyiz, saatler ilerliyor ama biz Adana sokaklarından çıkıp bir türlü otelimize geri dönmeyi başaramadık! Şırdancı Bedo'dan çıkınca hemen yanındaki Katmerci Dayı'ya geçtik. İçeri girer girmez bir katmer aşığı olarak ustalardan nasıl yapıldığını da öğrendim. Katmerin hamuru o kadar ince ki neredeyse incecik bir masa örtüsü gibi. Hamuru sadece peksim unu, su, tuz ve yağdan oluşuyormuş, sonra da içine bolca Antep fıstığı ve kaymak konuluyormuş. Burada çalışanların söylediğine göre kaymak kendi üretimleriymiş. Katmer incecik bir hamurdan yapıldığı için kısık ateşte ağır ağır pişirilirmiş. Dışı çıtır, içi yumuşacık leziz tatlımızı yedikten sonra Adana'daki ilk gecemizi mide fesadına beş kala bitirmiş olduk.

Cumartesi: Adana Seyahatimizin Hakkını Vereceğiz

Adana'ya geldiğimiz için bu seyahatte otel rezervasyonumuzu kahvaltısız yapmıştık. Bu nedenle uyanır uyanmaz ikinci günümüze başlamak için Adana Sanayi Bölgesi'ne doğru yola çıktık ve Kaburgacı Cabbar Usta'nın kapısından içeri girdik. Her ne kadar mekânın kapısının hemen yanında duran tamir edilmeyi bekleyen araçlar ve içerideki salaş ortam 'Ali Koç ve Acun Ilıcalı buraya yemek yemeye geliyormuş' söylemine şüphe ile bakmamıza neden olsa da Adanalı arkadaşlarımızın söylediği 'Adana'da kötü kebap yoktur' tavsiyesi ile siparişlerimizi verdik. Sipariş verdiğimiz kaburga, kemiksiz ve doğrudan löp et şeklinde geldi. Düşündüğümüz gibi kemikli değildi, bu nedenle çok daha yoğun bir lezzete sahipti. Etin içi sulu sulu ama yağlı değil, ağızda dağılacak kadar yumuşaktı. Bu arada sevinçle öğrendik ki İstanbul Maslak'ta da bir şubeleri varmış.

Sonrasında Adana'nın olmazsa olmaz lezzetlerinden birini yerinde denemek için Ali Göde'ye gittik. Burası adeta şalgama adanmış bir büfe gibi. Buranın ritüeli ise yandaki pastaneden alınan simit eşliğinde şalgamın keyfini çıkartmakmış. Biz midemizde et yemeklerine yer ayırabilmek için simit geleneğinden vazgeçsek de şalgamın tadına bakmayı ihmal etmedik.

Adana'daki kebapçılar arasında araştırma yaparken, daha doğrusu eş dosttan tavsiye alırken ismi en çok geçen yerlerden biri de İştah Kebap Evi oldu. Burası Mısır Çarşısı içerisinde yer alan sıcak bir dükkân. Bu sefer tercihimiz kuşbaşı ve Adana kebap oldu. Etin yumuşaklığı ve pişirilme tekniği öyle yerli yerindeydi ki her lokmada 'işte bu!' dedik. Evet Adana'da 'kötü kebap' bulmak zor ama İştah Kebap Evi iyi kebapçılar arasında da ayrı bir yerde duruyor, onu söylemeliyim.

Adana'da bir kebapçıdan diğerine geçerken kebaba kısa bir mola verelim dedik ve yine çok övülen bambaşka bir mekâna, bu sefer Börekçi Rıza'ya uğradık. Kaldırımın üzerine konulmuş masalardan birine geçmeden önce tezgahlarında hangi çeşit böreklerin olduğuna baktık. Biz akşam üzeri saatlerine kaldığımız için iki çeşit börek kalmıştı; kıymalı ve peynirli. Peynirli böreğin içindeki malzemeler eski kaşar, taze kaşar ve birkaç farklı peynirden oluşuyormuş. Böreklerimiz gelip de tadına baktığımızda çok şaşırdık çünkü özellikle peynirli olan dışarıdan bakınca su böreğini andırıyordu ama dışı kıtır, içi ise yumuşacıktı ve adeta kaşarlı tost tadındaydı!

Günde üç öğün kebap yemeden olmaz diyerek bir sonraki durağımıza doğru yola çıktık ve 1921 yılında kurulan, Adana'nın da öne çıkan yerlerinden biri olan Kebapçı Mesut'a gittik. Buraya gelen ünlülerin fotoğrafları ile dolu duvarları görünce anladık ki buranın ünü şehrin sınırlarını çoktan aşmış. Siparişimizi verirken farklı lezzetlerin tadına bakabilmek için hem kebap hem de kuşbaşı söyledik. Ben genelde az pişmiş tercih ettiğim için bu sefer özel olarak belirttim ve et tam istediğim kıvamda geldi. Siparişlerimizi verirken mekânın sahibi ile de sohbet etme fırsatı yakaladım ve ona kebaplarının niçin bu kadar ünlü olduğunu sordum. Öğrendiğime göre bu kebabın en önemli özelliği Van'ın Gürpınar ilçesinden gelen Norduz koyunlarının etinden yapılıyor olmasıymış. Kebapları bu koyunun eti ve zırhtan geçirilmiş kuyruk yağı ile yapılıyormuş. Bunların dışında malzeme olarak ne soğan, ne sarımsak konuyormuş; sadece tuz ve toz kırmızıbiber ekleniyormuş.

Her ne kadar kebaplarımızı, böreklerimizi yemiş olsak ve gün artık bitiyor olsa da Adana'da denememiz gereken lezzet durakları bitmek bilmiyordu. Sonraki lezzet durağımız, Adana'nın olmazsa olmazı Kazım Büfe oldu. Buranın alamet-i farikası buz gibi soğuk muzlu süt. Muzlu süt için bir yere gidilir mi demeyin, o kadar meşhur ki önünde uzun sıralar var, hatta müdavimleri bile var! Biz oradayken çalışanlardan 'ooo Ahmet abim gelmiş' gibi seslenişleri de çok duyduk. Muzlu sütün püf noktası donmuş süt kullanıyor olmaları. Burada muzlu sütün dışında öne çıkan bir diğer lezzet de vişne suyu. Yalnız Kazım Büfe'de sipariş verirken bilmeniz gereken önemli bir ayrıntı var; muzlu süt siparişi verdiğinizde büyük ve küçük olarak iki ayrı bardakta servis ediyorlar. Yani iki kişi gidip de yalnızca biriniz sipariş verseniz bile ikinizin de muzlu sütü olmuş olur. Sadece lezzetinden dolayı büyük bardağı hanginizin alacağına karar vermek güç olabilir, onu da kendi aranızda halledersiniz artık.

Yemeklerimizi yedik, muzlu sütümüzü içtik; artık gönül rahatlığıyla otelimize gidebiliriz diye düşünürken o günkü gidilecek yerler listemizde bir yerin kaldığını fark ettik ve yönümüzü House of Kamer'e çevirdik. İçeri girerken fark ettik ki Adana'nın lezzet durakları sadece kebapçılardan ve büfelerden oluşmuyormuş. House of Kamer gün boyunca gittiğimiz yerlerden çok farklı bir atmosfere sahip. Yemek siparişlerimizi verirken mekânın danışmanlığını yapan beyefendi ile tanıştık ve öğrendik ki buranın sahibi Kamer hanım aslında bir eczacıymış. Eski bir Adana evini restore ederek bir restorana dönüştürmüş. Burası geçmişin izlerini taşıyan antikalar ve nostaljik objelerle bezenmiş, çok farklı ambiyansı olan bir restoran. Üstelik buradaki objelerin çoğu satılık; yani burada beğendiğiniz bir antikayı satın alabiliyorsunuz. Oldukça farklı bir konsept. Menüsü de oldukça geniş; makarnadan schnitzel'e kadar dünya mutfağından birçok seçeneği bulmak mümkün. Ama bizim tercihimiz, uzun bir Adana gününün sonunda biraz tatlı ve kahve ile günü kapatmak oldu. Tatlı tercihlerimiz Kamer tatlısı ve San Sebastian cheesecake idi ve ikisi de adeta mükemmel bir final için seçilmiş gibiydi. Kamer tatlısı, altı muhallebi, üstü orman meyveleriyle hem hafif hem dengeli bir tat sunarken; Taygun'un söylediği San Sebastian da tam kıvamında ve oldukça lezzetliydi. Damak şenlendiren kahveler eşliğinde dolu dolu geçen cumartesi gününün tüm yorgunluğunu üzerimizden atmış olduk.

Pazar: Dönmeden Uğramamız Gereken Yerler Var!

Adana'daki üçüncü günümüze yine iddialı bir başlangıç yaptık ve yönümüzü Yeşil Kapı Kebap'a çevirdik. Adana'da masaya gelen ikramların neredeyse ana yemek kadar doyurucu olduğu mekanlardan biri burası. Sofraya oturur oturmaz gelen salatalar, acılı ekmekler ve yeşillikler daha yemek gelmeden iştahınızı açıyor. Biz pek çok lezzetin tadına bakabilmek için menüdeki karışık tabaktan söyledik. Karışık tabak kebap, tavuk ve külbastıdan oluşuyor. Biz ekstra olarak ciğer de istedik. Özellikle ciğer için bir notum var: sipariş verirken mutlaka nasıl pişmesini istediğinizi belirtin. Ben az pişmiş istedim ve tam damak tadıma göre geldi. Buranın kebabı, içindeki kırmızıbiber parçaları ve daha az yağlı yapısıyla dikkatimizi çekti. Etin kalitesi ve yanındaki eşlikçilerle Yeşil Kapı Kebap; uzun süre unutamayacağımız, midemiz kadar gözümüzü de doyuran kebapçılardan biri oldu.

Adana'da yemek yemek sadece karın doyurmaktan ibaret değil, bir deneyim meselesi. Onbaşılar Kebap tam da bunun örneği. Şehir merkezinin biraz dışında, Seyhan Barajı'nın hemen kıyısında yer alıyor. Biz restorana akşam üzeri biraz geç vardık ama yine de gün batımının son ışıklarını yakalamayı başardık. Manzara huzur verici, ortam sakin, müzikler güzeldi. Siparişimizi verdik; kaburga, kuşbaşı ve kebap. Özellikle kaburga anlatılmaz yaşanırdı! Tadı hala damağımda! Dışı hafif yanmış, içi yumuşacık ve yağlı. Tam benim sevdiğim gibi. Kuşbaşı da lezzetliydi ama kaburga o kadar iyiydi ki gözüm başka bir şey görmedi. Adana'da gün batımında kebap keyfi yapmak isterseniz, bu adresi listenizin başına yazmalısınız. Ama bizim gibi geç saatlere kalmayın, güneş batmadan bir saat önce yerinizi alın ki manzaranın da tadını çıkarın.

Adana'nın ikonik tatlısı bici biciyi denemeden de dönmek olmaz diyerek Bici Bici Park'a uğradık. Karadutlu ve meyve bahçesi çeşitlerini denedik. Bir Egeli olarak bu tatlıyı kar helvasına benzettiğimi söylemeliyim. İçerisinde rendelenmiş buz, pişmiş nişasta küpleri, pudra şekeri ve şerbet var. Şurubu fazla olmayan bu tatlıya ekstra pudra şekeri ekleyerek tat yoğunluğunu artırabiliyorsunuz. Adana'nın yaz sıcağı için oldukça ferahlatıcı ve hafif bir tat diyebiliriz.

Bu arada şunu da söylemeden geçmeyeyim; Adana'da yemek yenilecek yerler listemize giren mekân sayısı, gitmeyi başardığımız yerlerin sayısından kat be kat fazlaydı. Gideceğimiz restoranları, Adana'da görmek istediğimiz tarihi yerlere göre seçmeye özen gösterdik ki rotamızı en verimli şekilde yapabilelim. Yani aslında Adana'ya birkaç kez daha gitmemize yetecek kadar farklı mekanlardan oluşan bir listemiz var. Dolayısı ile ileride çok daha farklı alternatiflerle dolu bir yazıyla tekrar karşınızda olabilirim.

Adana'da Buraları Görmeden Dönmeyin

Adana'ya gittiğimizde sadece restoranlarına ve büfelerine gitmedik. Aynı zamanda şehri gezmeye de özen gösterdik. Düşündüğümüzden çok daha fazla gezilecek, görülecek yerleri olduğunu da öğrendik. Siz de Adana'ya giderseniz bizim gibi Atatürk Evi Müzesi, Büyük Saat, tarihi Taşköprü, Adana Ulu Camii, Sabancı Merkez Cami, Ramazanoğlu Konağı ve Medresesi'ni mutlaka görün.

Eğer yolunuz Adana'ya düşerse ki bizce düşürün; karnınız aç, mideniz cesur olsun. Tartılmayı da unutmayın… Çünkü bu seyahatin izleri sadece anılarda değil, tartıda da kalıyor!
X
Sitelerimizde reklam ve pazarlama faaliyetlerinin yürütülmesi amaçları ile çerezler kullanılmaktadır.

Bu çerezler, kullanıcıların tarayıcı ve cihazlarını tanımlayarak çalışır.

İnternet sitemizin düzgün çalışması, kişiselleştirilmiş reklam deneyimi, internet sitemizi optimize edebilmemiz, ziyaret tercihlerinizi hatırlayabilmemiz için veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız.

Bu çerezlere izin vermeniz halinde sizlere özel kişiselleştirilmiş reklamlar sunabilir, sayfalarımızda sizlere daha iyi reklam deneyimi yaşatabiliriz. Bunu yaparken amacımızın size daha iyi reklam bir deneyimi sunmak olduğunu ve sizlere en iyi içerikleri sunabilmek adına elimizden gelen çabayı gösterdiğimizi ve bu noktada, reklamların maliyetlerimizi karşılamak noktasında tek gelir kalemimiz olduğunu sizlere hatırlatmak isteriz.