Ne Disneyland, ne başka bir yer veremedi o keyfi, veremez de. Evimizin önü, inanamayanlar olabilir, bostandı! Bildiğiniz domates, biber, mevsimine göre yeşil sebzeler yetişen, içinde su kuyusu olan, evet, Fatih'in göbeğinde su kuyusu olan bostandan bahsediyorum. Şimdi orada Emniyet Müdürlüğü binası var. Oralardan geçerseniz şayet, 40 sene kadar önce nasıl bir yer olduğunu hayal edin diye anlatıyorum bunları.

Ağustos ayının son 15 günü farklı geçerdi ben çocukken. Ağustos demek, hazırlık demekti. İki tür hazırlık hatırlıyorum ben. İlki genel hazırlık. Ben çok kalaycılar, çok hallaçlar gördüm evin önünde tencereleri kalaylar ya da koca pamuk yatakları atarken. O yüzden iyi bilirim "hallaç pamuğu gibi atmak" deyiminin ne olduğunu. O güzelim yataklar iyice bir kabarır, havalandırılır, kışa hazır hale getirilirdi. Uzay teknolojisine lafım yok ama o yataklar gibi mi şimdikiler Allah aşkına? Yorganlar sökülür, içlerindeki yünler havalandırılır, yeni yüzler geçirilirdi. Geçirilir dediysem, şimdiki gibi hoop diye tek parçanın üzerine kılıf takmak değil, içine yünün doldurulup yorganın ağzının koca çuvaldızla dikilişinden bahsediyorum. Acaba en son kaç yıl önce yorgan diktiniz ya da yetişebildiniz mi o döneme?

İkinci hazırlık ise kilerin takviyesi. Tel dolap ne güzel bir şeydi. Köydeki evimizde, mutfakta duruyor bir tane. Sebebini bilmiyorum ama inanılmaz güzel gelir bana. Bakliyat, makarna gibi kuru şeyler hep onun içinde dururdu. Siz bu satırları okurken ailem Niğde'nin Koyunlu köyündeler. Yakın bir tarihte dönecekler İstanbul'a. Babam her dönüşte olduğu gibi kuru fasulye, barbunya, nohut getirecek, sanki buralarda yokmuş gibi. Olup olmaması değil oysa mesele. Memleketten nevale getirmek, asırlardır devam eden bir gelenek. Yazın köyüne, bağına, bahçesine giden herkesin yaptığı bir şey. Birkaç nedeni var. Birincisi, kaliteli ürünü şehirlerde bulamamak, o ürünü bulamayınca da o lezzeti bulamamak. İkincisi, çok daha ekonomik olması. Yerinden, taze ve ucuza hem de bildiğin şeyi almak, paketlenmiş ve içinden ne çıkacağını bilmediğin şeyi almakla bir değil elbette. Yıllarca ben bu farkı anlayamamıştım.

Arabanın bagajı ve hatta içinde boş bulunan her yere yığılan çuvallar, poşetler garip ve gereksiz gelirdi bana. Oysa ne kadar gerekli bir şeymiş. Topluca alıyorsun; koca bir kışı, lezzetli, sağlıklı gıdalarla, hem de çok daha ekonomik bir şekilde geçiriyorsun. Hele de bizim gibi kalabalık bir aile olunca. Tabi artık o aileden ninem ve dedem yok, biz çocuklar da evlendik gittik. Kaldılar ikisi başbaşa. Ama miktarı azalmış olmakla birlikte yine de geliyor köyden o ürünler. Tarhana geldi bile mesela. Geçen sene, bağımızın üzümünden evde yapılan sirke duruyor hala Allah'tan. Eşim ki sirke sevmez, fasulye piyazını sırf o sirkeyle yapıldığı için hapır hupur yedi, öylesine leziz anlayacağınız. Tahinpekmezi de ünlüdür bizim oraların ama artık pek yiyen kalmadı, diye getirmiyor babam. Oysa kış sabahları bir kaşık atmak lazım. Hep bu "onu yeme, bunu yeme" diyenler yüzünden. Oysa bir şey doğalsa, sağlıklıysa ye gitsin! Tulum peynirini hatırlıyorum köyden gelen. Ben sevmezdim gerçi. Ve elbette tüm bu ürünler içinde en önemli kışlık, mutfakların olmazsa olmazı kavurma. Kavurmaya ayrı bir başlık açmak lazım. Sabah kahvaltıda ye, öğlen yumurtayı kır ye, akşam yemeklerin içine koy ye, ekmeğin arasına koy ye, git pide yaptır ye, nasıl istersen öyle ye. Kendi yağı yetmez, kuyruk yağıyla kavurup küpe bastın mı, koy dolaba, bütün kışını kurtarsın. Dermason fasulyen varsa, kavurmayla yaparsın güveçte, parmaklarınla birlikte yersin.

Ev salçası diyorum bir de. Geçen gün, uzun yıllar sonra bulup aldığımız gerçek ev salçasıyla yemek yaptı eşim. Her zaman yaptığı yemek ama ona garip geldi. "Salça kokmuyor mu?" diye bana sordu. Eh, alışmış tabi ne kadar koyarsan koy fayda etmeyen salçalara, aynı miktarda koymuş. Gerçek salça öyle mi, azıcık koyarsın, hem rengini hem lezzetini anında etkiler yemeğin. Üçüncü ve son nedense, babamın kuşağı muhtemelen memleketten kışlık getiren son nesil. Belki bir nesil daha devam eder gitmişken getirmek ya da oradan otobüse (kargoya da veriliyor artık) konup sabah almak o koli ya da çuvalları. Stokçuluk ya da kar etmek adına yapılan bir şey değil temelinde, işin ruhu güzel. Hala nüfusumuzun büyük bir bölümünün otobüslerden kolilerle, çuvallarla indiğini biliyorum. Eşe dosta, komşuya dağıtılıyor hala memleket ürünleri.

Bakalım kaç sene daha devam edecek bu kültürümüzün güzel parçası. Yeni nesil memleketiyle bağını koparmadığı sürece sorun yok aslında; kimse kalmasa bile arada bir gidip o evin kapısını açın olur mu? Kim memleketinden ne getiriyorsa sağlıkla, afiyetle yesin inşallah. Önümüzdeki ay görüşene kadar kalın ağzınızın tadıyla..