Ev: Kilosu boyuna göre normal, yediğine içtiğine dikkat etmeye çalışan biriyimdir. 30'lu yaşlara kadar ne yesen oluyor zaten, yiyebildiğin kadar ye, istediğini ye! Çocukken mükellef akşam yemekleri sonrasında sofradan kalkıp salona gider, 10 dakika sonra babamın gelirken getirdiği muhteşem tazelikte ve hala sıcaklığını koruyan ekmeğin yarısını, son 10 yıldır ağzıma koymadığım kolayla mideye indirirdim. Beynimde hala o lezzet kayıtlı, hatırlıyorum aldığım zevki. Çok yaptım bunu ben, ne de güzeldi! Arada bir istiyorum ama ı-ıh, yapamıyorum! Hem beyaz ekmeği hem de kolayı yıllar var tüketmedim. Ancak hidrojenle oksijenin birleşip su oluşturduğu gibi, bu da öyle enteresan bir şey işte! Tarifi de, hazırlaması da basit: Fırından yeni alınmış sıcak ekmek ve buz gibi kola! Ekmeğin içine bir şey koymadan, öylece…

Sarıyer: Babam ayda bir Sarıyer'e götürürdü, hem muhallebi hem de börek için... Gitmişken bidonla Kocataş tesisinden su doldururduk. Kaderin oyununa bakın ki, yıllar sonra Sarıyerli oldum. 8 yıldır İstanbul'un en sevdiğim yeri burası. O muhallebici ve börekçi de aynen duruyor. Sarıyer'de birçok börekçi var, hatta İstanbul'un birçok yerinde de "Sarıyer Böreği" diye yazar tabelalarda. İstanbul'u geçtim, Ankara'da ve birçok ilde gördüm ben o tabelayı! Ama Sarıyer'de caminin yanındakidir orijinal olanı ve işkembeci vardır yanında da. Diğerlerinden de meraktan yemişimdir amma velâkin, onunki gibi değil nedense. Böreğin lezzeti diğerlerinden kesin olarak farklı. O kadar ki, 10 tabakta 10 ayrı börek gelse ve deseler ki hangisi; bulacağıma eminim. Daha bir çıtır, daha bir lezzetli, kıyması, kuşüzümü daha bir oranlı gibi gelir bana. Belki çocukluktan beynimin lezzet bölümüne kazındığı içindir!

Beşiktaş: Babamın işyeri Beşiktaş'taydı. O zamanlar Beşiktaş pazarı, Ihlamur Deresi caddesi boyunca, taa Fulya'ya kadar kurulur, cadde trafiğe kapanırdı. Çok severdim o pazarı, pazarda gezmeyi. Ama asıl sevdiğim şey, cumartesi günü dükkana gitmek ve Asım Abi'nin dönerini yemekti. Beşiktaş yemek konusunda müthiş bir yerdir. Köftecisi, balıkçısı, esnaf lokantası denince bir numaraydı o zamanlar. Şimdi daha bir fabrikasyon oldu, eski lezzetlerden eser kalmadı. Bir Beşiktaş Köftecisi durur heykelin tam karşısındaki ara sokakta, turşucu da ordadır, bir de Asım Abi'nin dükkanı. 35 yıl oldu ben orda ilk döneri yiyeli. Onun döneri bir başkadır; ancak gidip yerseniz beni anlarsınız. Karadeniz'in döneri zaten bir başka! Trabzon'a sırf mıhlamalı bir kahvaltı, öğlen porsiyonla değil, gramla döner-kuru fasulye-karalahana dolması, akşam da hamsi için gidebilirim; hatta fırsat olsa da gitsem! Asım Abi Karadeniz'in dönerini İstanbul'da yapar ve neredeyse aynı lezzette parmaklarınızla birlikte yedirir. Ben çocuğum ya anlamazdım; diğer yerler pide-yarım ekmek arasına göz kararı koyarken ya da 1-1,5 porsiyon diye satarken Asım Abi döneri keser, küçük terazide tartar öyle verirdi. Yıllar sonra anladım, Karadeniz'de öyle veriliyor döner. Trabzon'a ilk gittiğimde (unutmuşum Asım Abi'de yediğim günleri) önce mıhlamanın tadına baktım, kuruyla lahanadan götürdüm biraz ve nihayet garsondan döner istedim. "Ne kadar olsun?" diye sordu; "valla neredeyse doydum, 1 porsiyon yeter!" dedim. "Bizde porsiyon yok, gram var!" diye cevap verdi. İşte o gün hatırladım ben Asım Abi'yi… Garson bana baktı, "400 gram yersin" dedi, düşündüm, "ı-ıh, 250 getir, yok yok 300 getir, olmadı takviye yaparız!" dedim ve elbette takviye makviye yapılmadı. Mide fesadı geçirmeme ramak kalmıştı.

Turşucu: Turşucuya girip ağzı sulanmayan var mıdır? İşte bir çocukluk lezzeti daha... Ya ne acayip bir şey bu! Bakın, yeminle söylüyorum, şu anda hem yazıyorum hem de iştahım kabarıyor. Arada bir gider, bardakta acılı turşu suyu içerdim (ve galiba iş çıkışı gidip içeceğim). Öyle güzel yapardı ki o bardağı; lahana ve salatalık doğranıp bardağa konur, üzerine acılı su eklenir, plastik çatallarla afiyetle yenirdi. O çatalları hatırlar mısınız, minnacık, 3 ağızlıydı hani? O esnaf ne güzel esnaftı ki hep normalden fazla koyardı tartarken; almazdı 100-200 gramı geri. Turşu şimdi de turşu ama gerçekten de o zamanki gibi değil. O salatalıklar, lahanalar, biberler, domatesler yok ki! Bu işin üstadı bile olsan tadı olmayan sebzeyle ancak o kadar oluyor. Bu arada, kaç çeşit turşu var, nelerden turşu yapılıyor diye yazmaya kalksak sayfa dolar ve hatta yetmez herhalde. En beklenmedik meyve ya da sebzeden bile yapılıyor ve artık şaşırmıyorum. Dünyadaki diğer insanlar için gerçekten üzgünüm, turşuda bir numarayız. Bir yazıda detaylıca değinmek isterim turşu meselesine ağzımın suları aka aka!
Çocukluk lezzetlerine devam edeceğim yine; bitmez bende çünkü. Kilosu boyuna oranlı biri olduğum düşünülürse, "ne bu yemek merakı?" diyebilirsiniz. Ben de derim ki, ne kadar yediğin değil, ne yediğin önemli! Evet, imkanım olsa iyi bir yemek için uçağa biner, öğlen ya da akşam yemeği için Trabzon'a, Adana'ya, Antep'e, İzmir'e, her nereyse artık, gider, yer, geri dönerim! Ağzınızın tadı, sofranızın bereketi hiç bozulmasın; kalın sağlıcakla!..