Bir şey yemek, içmek değil de sakız çiğnemek neden sorulur, eminim benim gibi çoğu kişi anlamamıştır. Belki de neredeyse hiç çiğnemediğimden olsa gerek benim anlamamam!

"Ramazan nasıl geçti?" diye sorsak herkes kendine göre bir cevap verecektir elbette. Genel olarak sıcak, trafikle boğuşarak, uykusuz vs. cevaplar alacağız normalde. Ben de nemli İstanbul gecelerinde sahura kadar uyuyamadım. Asıl sorun, sahurdan sonra da uyuyamamamdı ya, neyse! Yine de bu sene, hayatımın en az yiyerek geçirdiğim Ramazan'ı oldu! İftarda oturup patlayana kadar yerdim, rahat bir pide götürür, üstüne de yine pidenin içine en meşhur fındık ezmesini sürüp bir yarım da oradan indi¬rir ve kanepeye bayılırdım. Bu sene bunların yarısını bile yemedim, yiyemedim. Ve inanılması güç gelse de evet, çok az yiyerek yaşanabiliyor. Ne iftar sonrası bayılıp kalma, ne gün içinde halsizlik, ne acıkma hissi. Hiçbir rahatsızlık hissetmiyorsunuz.

Aç-susuz kalmadan çok öte bir şey Ramazan, bunu siz de biliyorsunuz zaten. Ancak Sofra'da olaya buradan yaklaşmak istedim. Bende bu sene böyle bir tezahürü oldu; şaşırttı ilk başlarda bu kadar yiyememek. Ancak işte oruçla anladım ki biz insanlar gerçekten çok yiyoruz. Yemezsek doymayız, ayakta duramayız, hasta oluruz falan sanıyorsanız sanmayın; bir şeycikler olmuyor. Yıllarca iftarda patlayana kadar yiyip bu sene neredeyse hiç yememiş ve aradaki farkı görmüş biri olarak söylüyorum bunu. İftar yapılan yerlerdeki mönüler de öyle; fiks mönüde o kadar çok şey getirip öyle kötülük yapıyorlar ki insana. Parayı verince çok çeşide kimse itiraz etmiyor belki ama biz eşimle en son bir iftar mönüsünü paylaştık desem? Ve o bile fazla geldi! Bu sene hayatımın önemli bir değişimine sahne oldu Ramazan; yeni bir şey daha öğretti bana: Az yiyelim, az! Biraz düşünün, bir de deneyin bakalım, siz ne sonuca varacaksınız? Biz çok yediğimiz için birileri aç kalıyor Somali'de, başka yerlerde. Neyse, daha derine inmeden seneye öğrete¬ceği yeni şeylerle gelene kadar uğurladık Ramazan'ı!


KENDİNİZE YENİ BİR EYLÜL YAPSANIZA!

Ekim ya da Kasım değil, Eylül'e böyle bir rol biçilmiş bence. Hüznü temsil eder hep o yazarların dökülen yaprakları anlattığı romanlar yüzünden. Sararıp yolların üstünü örterler, ta ki görevliler süpürene kadar. Ormanları sevmek lazım Eylül'de! Orman denince mangaldan başka bir şey düşünemeyen bir milletiz ne yazık ki! "Can boğazdan gelir" denmiş, benimsenmiş, öyle de kalmış.

Yeni yeni biraz spor öne çıktı ormanlarda da ben hala bir resim yapana rastlamadım tuvalini koyup. Kimse uzanıp kitap da okumuyor. Zaten o kadar orman, park, bahçemiz de yok. Olanlarda da böyle bir kültürümüz yok ne yazık ki! Parklarda, bahçelerde birilerinin işlettiği kafeler, ormanda mangalcılar; bitti gitti!

Eylül, ağaçların sevilmesi gereken zaman oysa. Soğuk değil ama ani ürpermelere karşı tedbirli olunup ince bir hırka ister. Filmlerde çok görmüşsünüzdür; oğlan kızı pikniğe götürür, bir de piknik sepetleri vardır, ekose örtüyü açıp yere yayarlar, o sepetten ne de güzel şeyler çıkarıp yerler. Biz de moda olsun, dekorasyon olsun, ancak bazı dergilerdeki resimlerde görürüz bu sahneyi. Ben ne görürüm ormanlarda: Mangal! Ben de seviyorum, ben de yiyorum ama bazen de nasıl üstüme geliyor başka bir şeylerin eksikliği!

Bir de brunch var işte; onun da son günleri bu ayda. Yüzlerce kişi hobada hubada aralıksız tabak dolduruyor, boşaltıyor. O nasıl yemek öyle? Onca gürültü içinde, yerlere dökülen yiyecekler arasında neyin zevki alınıyor acaba? Eylül hüzün olduğu kadar bir zarafet de içeriyor ancak o kadar uzağız ki farklı bir şeylere. Bu ay ilk işim, aynı o filmlerdeki gibi büyükçe bir piknik sepeti almak olacak. Evde hazırlanmış güzel sandviçler, kanepeler, kekleri doldurup, bir de termosa çay... Eşimle birlikte kitabımızı da aldık mı birkaç saat dünyadan kopmak sanıyorum iyi gelecek.

O kadar Sofra almışsınız, daha ne tarifler vardır sizde. Şimdi uygulama zamanı; yapın, doldurun sepete, Eylül'ü bir de mangalsız, böyle deneyin olur mu?

Hatta "en iyi piknik sepeti mönüsü" yarışması mı yapsak sevgili Esra?

Ekim'e kadar kalın ağız tadıyla!