İnsanın zeki olması ya da anlama kapasitesinin yüksekliği herşeyi çözmeye yetmiyor. Bazı olayların önünü, arkasını, ne olursa ardından ne geleceğini biliyorsun ama yine de sonucun istemediğin şekilde gerçekleşmesini, korktuğunun başına gelmesini engelleyemiyorsun. Kadere inandığım için; "tamam, sen elinden geleni yaptın ama buraya kadar; değişmiyorsa yapacak dabir şey yok!" deyip geçiyorum; hakikaten çok rahatlatıcı oluyor.

Ülkemiz her alanda çok gelişti; teknoloji, yaşam biçimi, insanlar, eğitim, yeme alışkanlıkları. Mesela "füzyon mutfağı"na bayılan kitleler falan ortaya çıktı. Ne güzel; o da olsun elbette! Ancak, bazı şeyler hiç ama hiç değişmiyor. Örneğin bu ülkede evlenmek isteyen erkekler ve aileleri hala; Allah'ın izni, peygamberin kavliyle kız istemeye gidiyorlar: Çikolata, çiçek, söz yüzüğü ile başlangıçta basit geçiyor bu bölüm. Her şey yolundaysa nişan var sırada: Muhtelif hediyeler, tepsi baklava, nişan pastası ve kıza yakışan bir takıyla orta kuvvette atlatılıyor bu aşama da.

Final bölümü ise korkunç! Bir umut oluyor erkeklerde. Acaba kız tarafı düğün istemez, biz de 2012 Türkiye'sinde bazı arkadaşlarımızın yaptığı gibi "yurt dışına kaçar, elçilikte evlenebilir miyiz? Paris elçiliği uygun mu acaba?" diye hayaller kuruyorlar. Sanıyorum büyükelçi ya da konsoloslar, en az diplomasi kadar nikah işleriyle de uğraşıyorlar. Sonuçta bunu başaran mutlu bir azınlık var. Ancak "sen bunu babama söylesene, öldürsün seni!" lafının üzerine 2 dakikada tüm hayalleri suya düşen büyük bir kitle de var elbette! İnanın mesele çoğunda maddi değil.

Elbette bu devirde evlenmek, nerede ve hangi konseptte olursa olsun; ister lüks otel, isterse limonata/pastalı düğün salonu ya da kır düğünü, oldukça maliyetli. Hatta erkeğin en az 1 yılını ipotek altına alan bir fatura çıkartıyorlar önünüze. Ancak Allah yuva yapanın yanındadır ve (herkes öyle umar ve diler) bir kere evleniyorken insan, "o kadarcık da borç oluversin" diye pek de bakılmaz üçe, beşe! Düğün bu ülkede şandır, şöhrettir, erkek tarafının onuru ve her iki tarafın da gururudur. Yani Anadolu'ya bakınca böyle görünüyor. İstanbul'da da elbette bu kriterler geçerli; ancak tablo değişik nedense!

Çünkü:

Şimdiki kızlar genelde kır düğünü hayal ediyor. Güzel ve süslü masalar, şık ve ışıl ışıl bir ambiyans olsun...

E olmuşken nikah, yemek, eğlence, ne varsa aynı yerde olsun...

Tüm hazırlıklar an be an kaydedilsin, albüm de olsun, video da olsun...

Havai fişekler, volkanlar patlasın, ışık şelaleleri aksın...

Dj gelsin, her bölgeden müzikler çalsın, göbek de atılsın, zeybek de, çiftetelli de oynansın, Tarkan'da Ajda'da havalara uçulsun istiyor.

Bunların hepsi de olmazsa olmaz istekler. Aksi takdirde kimsenin eğlenemediği protokol yemeklerine döner ortam. Yapmanız gereken tek şey; davetli sayısına ve bütçenize uygun bir mekan bulmak. Bunların mönülerinin ne kadar da birbirinin aynı olduğuna şaşırırsınız. Birisi anayasa gibi 10 ayrı mönü yazmış ve düğün yerlerine dağıtmış sanki! Mekanlar müthiş bir örgüt yapılanmasına gitmişler! Düğünü böyle organize bir yerde yapıyorsanız, mekanın anlaşmalı fotoğrafçısı, organizasyon şirketi, müzik ve ışık işlerine bakan dj ile de anlaşmış oluyorsunuz. Mecbursunuz; dünyanın en gıcık tipleriyle de, en şeker insanlarıyla da karşılaşabilirsiniz; şansınıza. Değiştirme imkanınız yok, itiraz hakkınız yok! Tüm bu insanlarla görüşmek için randevulaşıyorsunuz…

Saatlerinizi ve günlerinizi en mutlu gününüzü planlamak için geçirirken, bir taraftan da onları mutlu etmeye çalışıyorsunuz. Standart paketleri var. Başta fena gelmeyen o paketin içi boş çıkıyor ve sürekli üzerine eklenen yeni şeyleri de, battı balık yan gider diyerek ve elbette o gecenin çok daha güzel olması adına kabul ediyorsunuz. Etmek zorunda kalıyorsunuz; başka şansınız yok (yok mu gerçekten?)!

Aslında var; tüm bu saydığım standart sistemin yerleşmediği bağımsız bir mekanda düğünü yapıp, diğer gerekli unsurlarla, yani masa süslemecisi, dj, fotoğrafçı, pastacı vs. ile tek tek anlaşmak. Başta da dediğim gibi, başından düğün organizasyonu geçenlerin derdi para değil ki! Onların istediği, sevdiği insanla, huzurla, isteklerinin ve parasının karşılığını alarak, can sıkıcı bir süreçten geçmeden o özel güne gelebilmek.

Çok sayıda böyle mekan ve yukarıdaki gibi organize edilmiş "düğün çeteleri" var. Siz, ya yurt dışına kaçıp kayınpederin gazabına uğramayı tüm bunlara tercih edeceksiniz, ki o biraz imkansız; ya tüm bunları sineye çekeceksiniz ya da her şeyi bağımsız olarak halledebileceğiniz mekanlara bakacaksınız.

Sizlerin bu satırları okuduğunuz günlerde ben, Hüseyin Özcan, tüm bu evrelerden geçmiş, zaman zaman çok sinirlenmiş ama kimseye yansıtmamış, 3 ay önce hazırlıklara "oooh, ne güzel rahat rahat her şeyi yetiştireceğiz!" diye başlayıp, 10 gün kala hala ne kadar da çok yapılacak işin olduğunu görüp fena halde şaşırmış ama onları da halletmiş ve Allah'ın izniyle damat ve geline "zul" gelen düğünü de atlatıp balayına gitmiş olacağım.

Her ne olursa olsun, iki insanın birbirini sevmesinden daha önemli bir şey yok hayatta. Evet bazen sinirlendiriyorlar insanı… Tüm bu aşamaları geçerken yoruluyorsun, hiç de öyle "güzel yorgunluklar bunlar" diye düşünemiyorsun ama bitiyor, geçiyor ve arkada kalıyor. İstedim ki başka evlenecekler için yol göstereyim. Seçim sizin. Bana da mutluluk dilemeyi unutmayın ama! Ağız tadınız, hep düğün sofraları gibi olsun inşallah!


Yazarımız sevgili Hüseyin Özcan ve eşi Meftun Kılınç'a, Sofra Ailesi olarak ömür boyu mutluluklar diliyoruz.