Hayatımın en güzel yılları, (herkesin olduğu gibi benim de) çocukluk yıllarımdı... Şimdiki gibi durmadan konuşup, bir gün dediğini ertesi gün yalanlayan beslenme uzmanları yoktu. Çocuktum, top oynar acıkırdım, okuldan gelir acıkırdım, gece uyanırdım yine acıkmışım!

"Çok yeme, hormonlu yeme, yağlı yeme, etli yeme, yeme de yeme" diyen de yok; istediğim gibi at koşturuyordum sofralarda. Sağolsunlar, bizim ailede de sevginin ölçüsü "çok yemek" üzerine kuruluydu ve ne de güzel bir şeydi çocuklar için.

Yengem; amcamın eşi, öyleydi mesela. Doysan da, patlasan da yine doldururdu tabağı ve yemezsen gerçekten üzülürdü. Hala bir iftar öncesi köfte dolu kaseyi yere düşürdüğümde öfkeyle "bu sofrada köfte yok şimdi!" dememi anlatır her köfte yapışında. Ne dokunmuş ama bana! Hatırlıyorum da o anı; acayip sinirlenmiştim gerçekten.

Bir de çok sık yaptığım bir şey vardı ki annem inanamaz, "oğlum daha yeni kalktın yemekten, üstüme iyilik sağlık, cık cık cık!" diye şaşkınlığını saklayamazdı. Onca yemeği yedikten sonra, yarım ekmeği daha kolayla birlikte götürürdüm. Hatta ekmeğin içinde falan da bir şey olmadan; öylece boş ve sonra da salondaki kanepede kestirirdim (anneler, lütfen çocuklarınıza "yavrum kalk yerine yat!" demeyin. Yıllarca duydum ben bunu ama biliniz ki o uyku, oradayken güzel.) Çünkü o ekmekler ekmekti, öylesine lezzetliydi ki, boş da giderdi.

Çocukluk ne güzel şeydi, her şey serbestti, en azından benimki! Şimdi de ekmeğe düşman, neredeyse hiç görüşmeden yaşıyoruz. Öyle bir kültürümüz var ki, aslında her şeyin içinden bir yemek sofrası geçiyor. Ya da her şey bir sofranın etrafında yaşanıyor. Çok sevinince, çok üzülünce, bir şey kutlanacağı zaman, düğünde ve hatta cenazede bile yemek hep birinci sıradadır bizde.

Mesela kaç çeşit yemek başlığımız vardır sizce, ne dersiniz?

Bayram Yemekleri:

Eski geniş ailede büyümüş bir çocuğun bayram sofralarını, o yemekleri, o tatlıları unutması mümkün mü? Dedemle ninem bizle birlikte yaşadığı için evimiz ziyaret evi olduğundan, bir kere saymıştım, 40 kişi yemek yemişti bir günde. Sarmalar, zeytinyağlılar, etler, pilavlar derken o yaşlarda öğrenmiştim "mide fesatı" nın ne demek olduğunu. Düşünsenize, her şey dahil oteller gibi, hiç toplanmayan açık-büfe bir sofra! Bir çocuk daha ne ister?

Arkadaş Yemekleri:

Evde ya da dışarıda, arkadaşların sohbet ağırlıklı buluşma yerleri hep yemekli yerler olur. Uzun sofra muhabbetleri güzeldir; tabaklar hiç kalkmaz. Sürekli bir şeyler gelir gider ya; işin sırrı ordadır aslında. Göz doymadan mide doymuyor ne de olsa. O yüzden "çok sağlıklı yaşayacağız" diye yemeğe çağırıp "bu evde yaptığımız yoğurt, bakın otlar ne kadar da sağlıklı, azıcık da zeytinyağlı hazırladık!" şeklindeki mönülü davetlere ikinci çağrılışı "biz kahveye gelelim!" zarafetiyle geçiştiririm. Sanki yiyen ölüyor da, yemeyen ölmüyor!

Aşk Yemekleri:

Genelde yeni tanışılmış hanımefendiler yemeğe davet edilir. Çünkü pastanede limonata-pastalı buluşma çoktan bitti, sinema-tiyatro deseniz, arkadaşlarla da yapılabilir. Ancak, belli bir ciddiyete ulaşmış ve bir adım daha ileri gidecek potansiyeldeki ilişkiler için yemek daveti önemlidir. Magazinsel ve gecelik şeylerin peşinde koşanlardan bahsetmiyorum. Benim kastettiğim, belki de yıllarca sürecek beraberliklerin ilk adımının yine bir yemek sofrasından geçtiği. Orada belli olur işin şekli. Artık siyah-beyaz filmlerde kalsa da belki bir yüzük çıkar küçük bir kutudan, tatlı gelmeden hemen önce.

Cenaze Yemekleri:

Hem dedem, hem de ninem, yaşadığım evde vefat etti. Dedeminkinde çocuktum, nineminkinde gençliğe adım atmıştım. Özellikle dedemin öldüğünü, sabaha karşı evdeki çığlıklarla uyanıp öğrendiğim anı unutamam. Beni asıl şaşırtansa, öğlen olduğunda o acının, üzüntünün, telaşın arasında birilerinin de yemeği, gelenlere ne verileceğini dert etmesiydi.

Üzgündüm, beni çok ama çok seven "sarı kuzum" diye seven dedem ölmüştü ve millet yemek derdindeydi. Büyüyünce anladım ki cenaze evlerinde sadece helva kavrulmaz. O en kolayı; işin aslı taziyeye gelenlerin aç bırakılmamasında. O acı ve üzüntü arasında bile asla ihmal edilemeyecek önemde bir konu bu. Neyse ki o zamanlar Fatih'te, şimdi Emniyet Genel Müdürlüğü olan yerin, eski lunaparkın karşısındaki apartmanda çok komşu vardı. Anladım ki, cenaze evinde yemek işi onların sorunu ve sorumluluğu. Ne çok şey getirmişlerdi tencerelerde, tepsilerde.

Ninemin ölümünde artık yemek telaşı garip gelmiyordu bana; hatta yemeğin yetmediği yerde koşup bir yerlerden paket yaptırıp yemek getirmek normal bir şey olmuştu benim için. Çünkü mesele, karın doyurmak değildi.

Sofra böyle bir şey bu topraklarda yaşayanlar için… Düğün de, cenaze de yani yaşam da ölüm de onun etrafında birleşiyor, çoğu zaman da şekilleniyor. Kimi zaman sebep, kimi zamansa sonuç! Rahmetli dedem; "oğlum bir yediğin içtiğin, bir de giydiğin kar kalır yanına!" derdi.

Doktor bir yandan, diyetisyen bir yandan, ilerleyen yaş bir yandan artık akşam yemeği üzerine bir de kolayla yarım ekmek yemek hayal bile değil; yersem tez vakitte Karacaahmet'e giderim zaten! Mesele çöp sepeti gibi mideyi doldurmak değil ki hem! Mesele, o kültürün yok olmaması diyeceğim ama çoktan yok olmaya başladı bile. Ben bile çok özlediğime göre o sofraları… Kalabalık sofralarınızın hep keyifle kurulması umuduyla, ağız tadıyla kalın!